DLP konusunda Uzak Durmanız Gereken 3 Kritik Özellik


Veri sızıntısı önleme (DLP) sistemleri, günümüzde kurum içi tehditlere karşı en önemli savunma araçlarından biri haline geldi. Araştırmalara göre, şirketlerin %76’sı iç tehditlere karşı DLP sistemlerini tercih ediyor. Pazar da bu doğrultuda hızla büyüyor: 2024 yılında 2,58 milyar dolar olan DLP pazarı hacminin 2033’e kadar 12,29 milyar dolara ulaşması bekleniyor.
Ancak her DLP çözümü, kurumunuzu gerçekten koruyacak nitelikte değil. Kritik bir anda yetersiz kalan bir sistem, sadece verilerinizi değil, itibarınızı da riske atabilir. Bu nedenle, doğru DLP’yi seçmenin en etkili yolu, işe yanlışlardan kaçınarak başlamak. İşte bir DLP çözümünden uzak durmanız gerektiğini gösteren 3 önemli sinyal.
1. Sınırlı Veri Kanalı Desteği: Modern İş Akışına Yabancı Çözüm
Birçok yaygın DLP çözümü yalnızca temel iletişim kanallarını (USB bellek, yazıcı, e-posta ve web trafiği) denetleyebiliyor. Bazı sistemlerde ise yalnızca sınırlı sayıda uygulama için dosya paylaşımı engelleme özelliği bulunuyor.
Oysa günümüzde çalışanlar, Microsoft 365, WhatsApp ve benzeri harici platformlar üzerinden yoğun iletişim kuruyor. Bu nedenle, sadece klasik kanalları izleyen bir DLP çözümünün kurumunuzu tam anlamıyla koruması mümkün değil.
İdeal bir DLP, bu tür modern uygulamaları “kutudan çıktığı gibi” (out-of-the-box) desteklemelidir. Ancak iş yazılımları çeşitlendiği için, üreticilerin her platforma önceden entegrasyon sağlaması çoğu zaman mümkün olmuyor. Bu noktada sistemin kolay ve esnek entegrasyon yetenekleri devreye giriyor. Karmaşık kodlamalar gerektirmeyen, evrensel ağ protokolleri ve standartlarıyla çalışan, hatta entegrasyon araçları arayüzde hazır gelen çözümler tercih edilmeli.
Ancak bazı özel yazılımlar, sadece kendi standartlarında çalışır. Böyle durumlarda DLP sağlayıcısının özelleştirilmiş entegrasyon geliştirmeye açık olup olmadığı mutlaka sorgulanmalıdır. Bu tür çalışmalar zaman ve kaynak açısından ciddi planlama gerektirir.
2. Kullanıcı Eylemleri Arşivlenmiyorsa Tehlike Büyüktür
Piyasadaki birçok DLP çözümü, belirlenen güvenlik politikalarına uyan verilerin dışa çıkışını engeller. Ancak bu politikaların dışında kalan veriler, sistemin radarından kaçabilir ve hiçbir iz bırakmadan sızabilir. Dahası, bu sistemler genellikle çalışanların bilgisayarlarındaki tüm etkinlikleri kapsamlı bir şekilde arşivlemez.
Bu eksikliğin sonuçları yıkıcı olabilir. Örneğin: Bir şirket aylarca emek harcadığı stratejik bir raporu yayınlamak üzeredir. Ancak bir gün önce, rakip firma aynı içerikte bir “kendi çalışmasını” yayınlar. Dış saldırı izi yoktur. İçeriden biri bu bilgileri sızdırmıştır. Ancak DLP sistemi, ilgili verileri izlememiş ve çalışan faaliyetlerini kayıt altına almamıştır. Sonuç? Fail bulunamaz, motivasyonu anlaşılamaz ve olay tekrar edebilir.
Eğer sistem düzenli ekran görüntüsü almaz, dosya hareketlerini ve kullanıcı eylemlerini kayıt altına almazsa, olay sonrası analizler ve iç tehdit tespiti neredeyse imkansızdır.
3. Yetersiz Optimizasyon: Performans Düşüklüğü ve Verimsizlik
DLP sistemleri, yüksek hacimli veri akışıyla çalışır. Bu nedenle, performans ve veri yönetimi açısından optimize edilmemiş çözümler ciddi darboğazlar yaratabilir. Örneğin, indeksleme olmadan çalışan bir sistem, veri arama süreçlerinde kullanıcıyı saatlerce oyalayabilir. Bu, her sabah çoraplarını bulmak için tüm evi altüst eden birine benzer.
Arama performansını artıran ek özelliklerin çözüme entegre edilmiş olması da büyük avantaj sağlar. Örneğin, arşiv veritabanlarının parçalara ayrılarak belirli eşik değerlerine (boyut, zaman, belge sayısı gibi) ulaşıldığında otomatik olarak güncellenmesi, veri yönetimini ciddi anlamda kolaylaştırır.
DLP sistemleri doğası gereği yüksek miktarda veri depoladığı için, depolama alanında yapılacak her türlü optimizasyon kritik önem taşır. Genellikle SQL tabanlı veritabanları tercih edilse de, sistemin alternatif veri saklama yöntemlerini de desteklemesi önemlidir. Örneğin BLOB (Binary Large Object) tipi depolama çözümleri, büyük boyutlu dosyaların (görsel, ses, video) saklanmasında oldukça etkilidir. Bu sayede aynı dosyaların tekrar tekrar saklanmasının önüne geçilerek sistem performansı artırılır.
Bununla birlikte, DLP çözümünün bilgi güvenliği uzmanlarının işini ne ölçüde kolaylaştırdığına da dikkat edilmelidir. Gelişmiş analiz ve otomasyon araçları içeren bir çözüm, manuel işlemleri azaltarak uzmanların daha stratejik konulara odaklanmasına imkân tanır.
Örneğin, sistem benzer içerikli dosyaları otomatik olarak tespit edebiliyorsa, bir genel müdürlük emrinin tüm versiyonlarını tek tek aramak gerekmez. Uzman sadece bir örnek belgeyi yükler, sistem ise bu şablondan türeyen tüm belgeleri bulur ve kim tarafından, nereye gönderildiğini raporlar.
DLP çözümünde bilgi güvenliği süreçlerini otomatikleştiren araçların sayısı arttıkça, kurumun güvenlik yönetimi de o denli verimli hale gelir. Bu tür otomasyonlar sayesinde tek bir uzman, 1000–1500 iş istasyonunu etkin şekilde yönetebilir.
Sonuç: DLP Seçerken Bu Maddeleri Göz Ardı Etmeyin
Şirketinizin kullandığı tüm iletişim kanallarını listeleyin. Seçtiğiniz çözüm, bu kanalları destekliyor mu?
Sistem, kullanıcı eylemlerinin kapsamlı bir arşivini tutuyor mu?
Performans, indeksleme, veri saklama ve iş yükü yönetimi konusunda ne kadar güçlü?
Analitik ve otomasyon araçları, bilgi güvenliği uzmanlarının işini kolaylaştırıyor mu?
DLP, doğru seçildiğinde kurumunuzu içeriden gelen tehditlere karşı güçlü şekilde korur. Ancak zayıf bir tercih, sizi en kritik anda yalnız bırakabilir. Karar vermeden önce bu üç noktayı mutlaka göz önünde bulundurun.
Elena Varol, SearchInform Türkiye İş Geliştirme Müdürü