Gömülü Yazılım
Otomotiv Sanayicileri Derneği’nin Genel Sekreteri Prof. Ercan Tezer, bana her takılıp “Bu elektronikçiler bize gömülü yazılım yapmıyorlar” dediğinde söylediğim şeyi yineleyeyim:
“Basit ECU’ların devresini öğlene kadar yazılımını da öğleden sonra yaparım; yaparım da siz kullanamazsınız”.
Otomotivciler, geleneksel olarak, elektronikçilerin kendilerine gömülü yazılım konusunda yeterli desteği vermediğinden yakınırlar. Bu konuda haklı olarak çok telaşlıdırlar. Çünkü, ECU (Electronic Control Unit) denilen denetleme ve kumanda birimleri, otomotivde giderek varlıklarını artırmakta ve otomotiv ürününün ana işlevlerini üstlenmektedirler. En basit olanı yağmur yağdığında silecekleri çalıştıran veya bir koltukta oturan varsa ve emniyet kemeri bağlı değilse uyarı veren; daha karmaşıkları aracın yakıt tüketiminin hesabını tutup depodaki benzinle daha kaç kilometre gidebileceğini hesaplayan; ve hattâ, motoru çalıştıran, motordan istenen gücün en düşük emisyon ile elde edilmesini sağlayan birimlerdir bunlar.
Ne var bu ECU’nun içinde?
Hemen hepsinde birer işlemci bulunmakta. İşlemci deyince, illâ bir işletim sistemi akla gelmesin. Çoğu makine dilinde yazılmış veya makine diline çevrilmiş yazılım da bu birimlerde gömülü olarak bulunuyor. Zâten “gömülü yazılım” olarak anılmaları da buradan kaynaklanıyor. İşlemci, ECU bağlantılı çevre birimlerinin ölçümler yoluyla elde ettiği verileri alıyor, örneğin camdaki yağmur tanesi sıklığını, buna bağlı olarak aracın hareket edip etmediği gibi bilgilerle birlikte bir mantık uyarınca (algoritma diyebiliriz) silecekleri çalıştırıyor. Silecek süpürgesi yeni ve bu nedenle iyi temizliyorsa, aynı miktar yağmurda silecekleriniz daha seyrek çalışıyor, aşınmış ve iyi temizlemeyen silecekler daha sık. Araç durduğunda ilk on-yirmi saniye değişik seyreklikte çalışıyor silecekler, sonra daha farklı sıklıkta, araç hareket edince tekrar berrak görüş sağlayacak sıklıkta. Bu farklı silme rejimleri, siz işlemciye ne algoritma yüklediyseniz, ona uygun icra ediliyor.
Elbette, ECU’nun kumanda ettiği sileceğin motorunu sürebilmesi için işlemci ile arasında bir güç devresi de olması gerek. Bu da ECU’nun ayrılmaz bir parçası.
En karmaşık olan ECU, benzinli veya dizel motoru çalıştıran. Bunda, sürücü gaza bastığında, motora binen yük ölçülüyor, o devirde çalışan motorun daha ne kadar güç üretme olanağı var bu hesaplanıyor, ve motor bu gücü üretemeyecekse, vites küçültme uyarısı veriliyor. Bir kısım araçlarda diyelim altıncı vitesle giderken “vites küçült” uyarısı alıyorsunuz, bir kısım araçlarda ise size beşinci mi, dördüncü mü vitese geçmeniz gerektiği bile bildiriliyor.
Kaç tane ECU var bir araçta?
Giderek bunların sayısı artıyor. Özellikle, bu işlevlerin tümü tek bir ECU’da toplanmıyor. Biri bozulursa, diğerleri işlevlerini sürdürebilsinler diye. Hani çok işlevli mutfak robotları vardır, muzlu sütten havuç salatasına; hamur yoğurmaktan, elma sıkmaya kadar her işi yaparlar. Motorun sigortası atınca, tüm işlevleri birden kaybedersiniz. Böyle bir kayba neden olmamak için.
Günümüzde, orta sınıf bir araçta 35 kadar ECU bulunmakta.
2016 yılında, bir orta sınıf araçtaki ECU’ların maliyetinin, metal maliyetini geçebileceği hesaplanıyor. Acaba o zaman otomobil denen ürün, artık elektronik sektörünün bir ürünü mü sayılacak?
ECU’nun önemi: Yerli katkı payı
Türk otomotiv sanayisi baskın olarak yabancı tasarım ürünler üretmekte. Buradaki yerli katkı payını artırmak hepimizin önde gelen amacı olmalı. Yerlileştirmede, akla ilk gelen, ya da geleneksel yaklaşım, metal aksamın yerli yapılması. Ama tüm metal aksamı yerli kaynaklardan elde edilmiş madenlerden bile yapsanız, yerli katkı payınız, toplam maliyetteki payı düşüşte olan bir kalemin içine sıkışmış durumda kalacak. Halbuki, bir ECU sanayimiz olsa, yükselişte olan bir kalemin yerlileştirmesini ele almış olacağız.
O zaman haydi ECU yapalım
Yapalım. Otomotiv Sanayicileri Derneği (OSD)’nin Genel Sekreteri Prof. Ercan Tezer’e, bana her zaman takılıp “Bu elektronikçiler bize gömülü yazılım yapmıyorlar” dediğinde söylediğim şeyi yineleyeyim: “Basit ECU’ların devresini öğlene kadar yazılımını da öğleden sonra yaparım; yaparım da siz kullanamazsınız”.
Bu gerçekten böyle midir diye bir deneme yaptık. Bir makine ürününün (otomotiv sayılmalı, çünkü sürüş güvenliği standardına uyması söz konusu) hareket yeteneklerine de etki eden bir ECU’sunu tasarlamaya koyulduk. Önce sistem nasıl çalışıyor, onu çalıştık. Ölçüye dayalı bir kumanda olduğu için ölçüm yapan birimi yerli olarak ve hazır ticari ürünlerden kullanarak çözmeye çalıştık. Olmadı. Sonunda ölçüm birimini, tüm teknolojisini özgün olarak yeniden bir araya getirip kendimiz yaptık. Donanım kısmı bir haftadan fazla vakit almadı ve ilk seferde çalıştı. Yazılımda bir ay kadar oyalandık. Bir dizi yeni özellik ekledik. İlk denemede bir varsayım yanlışı nedeniyle başarısız olduk. Bunları, iş çok kolay sanılmasın diye anlatıyorum. Öğrene öğrene sonunda ve öngördüğümüz sürede ECU’yu bitirdik. Ama kullanamadık.
Yapmak başka, kullanmak başka
Bu başlık reklam sloganı gibi oldu ama öyle. Yapmak teknik bir olay. Teknik beceriniz varsa yapabiliyorsunuz. Ama kullanmak, yâni, otomotivcilerin bunu yerli katkı payını artırıcı olarak değerlendirebilmeleri başka bir olay. İşin bu kısmı düzenlemelerle (regülasyonlar) sınırlı. Yaptığımız ECU, söz gelişi lastik patladığında uyarı veren bir işlev olsa, bunu, bir yönetmeliğe uyma zorunluluğu olmadan kullanabilirsiniz. Ama bu tür “keyfe keder” işlevlerin ECU’su çok para etmiyor. Para edenlerin çoğu için ise aracın sürüş güvenliğine olumsuz bir etki etmediğinin ispatlanması gerekiyor.
Konuyu masaya yatırdığımız, TOBB Makine Meclisi’nin, elektronikçilerin de (TESİD = Türk Elektronik Sanayicileri Derneği) katılımı ile gerçekleştirilen özel oturumunda, söz konusu deneylerin yapılacağı bir akredite laboratuvarın ülkemizde bulunmaması, bu deneyleri yurtdışında yaptırmanın da çok masraflı olması nedeniyle, işin akçalı yapılabilirliğinin olmadığını belirledik. Aslında, deneyleri yapabilen bir laboratuvar (OTAM = Otomotiv Teknolojileri Araştırma Merkezi) var ama akredite olmadığından ancak “rektör onaylı” bir sertifika verebiliyor. Ne yazık ki rektör onayı, Türkiye pazarı için bile geçerli değil.
Sonuç:
Daha işin başındayız. Ama elektronikçiler hazır.