MUZ CUMHURİYETİ BİLGİ ÇAĞI’NA GİDİYOR
ULUSAL
MUZ CUMHURİYETİ BİLGİ ÇAĞI’NA GİDİYOR
Bir ülkede – adı lazım değil – günün birinde, çağa adını vurmuş teknolojileri temsil eden sivil toplum kuruluşları çok heyecanlı ve sevinçliydi. Çünkü, akşam yemeğinde Bakan Bey’le buluşacaklar ve bir “Diyalog Toplantısı” yapacaklardı.
Tam da o günlerde, ABD’de siber-savunma konusunda endişeli olan Obama, sektör temsilcisi STK’larla, teknoloji şirketleriyle ve siber-saldırı mağduru olma potansiyeli olan sektörlerin temsilcileriyle diyalog toplantıları yapıyordu. Toplantılarda tartışılan konular ve oluşan görüşler ertesi günlerde kamuoyu önünde, medya tarafından olumlu ve olumsuz yönleriyle eleştiriliyordu. AB’de de benzer bir süreç işliyordu. Tüm bunları binlerce kilometre öteden bile izlemek mümkündü. Ben de izliyorum, hatta yeri geldikçe internet üzerinden görüş bildiriyorum.

“Diyalog Toplantısı”ndan bir hafta sonra, oradaki tüm STK’ların imzasıyla yayımlanan bir mektupta Bakan Bey’e teşekkür ediliyor ve ülkenin “2023 hedeflerine ulaşması adına önemli bir adım” atıldığı kamuoyuna müjdeleniyordu. Çünkü, 2008’de çıkmış olan kanun gereği yayımlanması gereken bir yönetmelik, sadece beş yıllık bir gecikmeyle yayımlanmıştı.
STK’ların bu mutlu teşekkürlerinden birkaç hafta sonra, ülkenin medyası da Bakan Bey’in bir diğer müjdesine geniş yer verdi. Ülkenin en çok satan (bedava da dağıtılan biri dışındaki) iki gazetesinin birisinde haber başlığı aynen şöyleydi: “Xyz İnternetin Küresel Merkezi Olacak” (burada Xyz o ülkenin en büyük kentidir). Öbür gazetedeki başlık da aynen şuydu: “Dünyada İnterneti Xyz Yönetecek.” Neydi bu mutlu ve iddialı müjdenin arkasındaki gelişme? İnternet yönetişiminin Amerika merkezli olmasına yöneltilen yaygın eleştiriler sonucu, Los Angeles’deki ICANN (İnternet Tahsisli Sayılar ve İsimler Kurumu), taktik gereği ve daha küresel görünme amacıyla bir karar almıştı. Bu karara göre, dünyada iki “şube” (hub) kurulacaktı. Bunlardan birisi, yazımızın konusu olan ülkenin en büyük kenti Xyz’ydi. 25 Şubat’ta ABD’de sessiz sedasız alınan bu kararı, 15 Mart günü Bakan Bey, medyanın parlak başlıklarıyla ülkeye müjdelemişti.
Tüm bu mutlu ve parlak gelişmelerin yaşandığı ülkede, Bakan Bey’in gururla “Avrupa’yı geçtik” diye sunduğu bir başarı daha vardı: vergiler nedeniyle iletişimin çok daha pahalı olmasına karşın, bireylerinin telefonda sohbet etme süresine göre yapılan sıralamalarda dünyada en ön sıralarda yer alıyordu ülke. Bilgi çağını yaşıyordu toplum.
Ne Bakan Bey ne STK’lar ne de medya ülkenin bilgi teknolojileri, bilgi toplumu, beşeri gelişmişlik gibi sıralamalarda daima çok gerilerde kalmasının nedenleri ile ilgilenerek toplumda yaratılan bu mutlu havayı bozmak istemiyordu. Örneğin, Birleşmiş Milletler’in Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) tarafından hazırlanan bilgi toplumu endeksinde, 37 Avrupa ülkesi içerisinde sadece Arnavutluk’un önünde 36. sırada, dünyanın 155 ülkesi arasında ise 69. sırada yer alıyordu ülke. Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından hazırlanan beşeri gelişmişlik endeksinde de 187 ülke içerisinde 90. sıradaydı. Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) enformasyon teknolojilerinin durumuna göre yaptığı sıralamada 142 ülke arasında 52. sıradaydı.
Başta bilgi teknolojilerinden sorumlu bakanımız Binali Yıldırım ve bilgi toplumu stratejimizden sorumlu bakanımız Cevdet Yılmaz olmak üzere, STK’larımızdan ve medyamızdan dileğim, ülkemizi, bir aylık manzarasını yukarıda özetlediğim Muz Cumhuriyeti durumuna düşürmemesidir.
BİREYSEL
GOOGLE’DAN SİZE SİBER-ARKADAŞ


Zaten Amazon’dan New York Times’a ve Google’a kadar, tercihlerimizi izleyen birçok site bize öneriler yapıyor. Buna, yaşamımızla ilgili diğer bilgileri de katarak izleyen ve dünyadaki tüm bilgilerle donatılmış bir siber-arkadaş, toplumumuzda iki tehlikeli durum yaratacaktır. Birincisi, magazin ve şok meraklısı medyamızın bu siber-arkadaş ile ilgili içeriksiz sunumu nedeniyle bilgi ve bilinç yetersizliği sonucu yapılabilecek hatalar; ikincisi ise giderek algoritmalar ile desteklenen bir enformasyon bombardımanına bağımlılık. Her teknoloji gibi, potansiyel olumsuzlukları yanında, ancak bilinçli ve bilgili bireylerin yararlanabileceği çok büyük yararları da olabilir siber-arkadaşın.
Fransız filozof Michel Serres’in unutmamamız gereken önemli bir saptamasını Evgeny Morozov bir yazısında belirtiyor: “Ne enformasyon ne de uyuşturucu kullanmak bizi mutlu eder; ama, onlardan mahrum kalmak bizi perişan eder.”
KÜRESEL
EĞİTİMDE TEKNOLOJİ VE GELİR DAĞILIMINDAKİ EŞİTSİZLİK
Mart başında ABD’de, “The Pew Internet & American Life Project” ilk ve orta öğretimde teknoloji kullanımına ilişkin çok ilginç bir araştırma yayımladı. Bu raporun bulgularından bir tanesi şu: Bir öğrencinin okulda teknoloji kullanmaya yatkınlığı ile o öğrencinin ailesinin ekonomik durumu arasında bir korelasyon var. Bu çok önemli bulgu, okullarda tablet dağıtımının sayısal uçurumu ortadan kaldıracağı iddiasını çürütüyor.
Bireyin üç sermayeye – ekonomik, kültürel ve sosyal – sahip olduğu kuramını geliştiren Fransız sosyolog, filozof ve antropolog Pierre Bourdieu bu bulguyu çok önceden öngörmüştü. Bu sermayeleri bakımından üstün olanlar, teknolojiye erişimin ve olanakların eşit olduğu ortamlarda da bu üstünlüklerini sürdürürler. Nitekim, ülkemizde yaptığımız bir araştırmada, yoksul aileden gelen öğrencilerin sınıfta teknoloji kullanımına, “bozarım” kaygısıyla daha ürkek yaklaştığını gözlemledik.
Gelir dağılımı ile eğitim arasındaki ilişkiyi, “Finnish Lessons: What Can The World Learn From Educational Change in Finland” (Finlandiya Dersleri: Finlandiya Eğitimindeki Değişiklikten Dünya Ne Öğrenebilir?) kitabının yazarı ve dünyada hayranlık uyandıran Finlandiya eğitim sistemindeki reformun önde gelen ismi Pasi Sahlberg de vurgulamıştı: Eğitimde başarının önemli anahtarlarından biri, toplumda gelir dağılımının eşit olmasıdır. Ekonomi Nobel Ödülü almış olan Gary Becker’in beşeri sermaye üzerine yaptığı çalışmaların sonuçları da ayni yöndedir.
Bir ülkenin eğitim reformu yapmadan önce gelir dağılımını düzeltmesini beklemek savunulamaz. Fakat,”okullarda herkese teknoloji dağıtılırsa sayısal uçurum ortadan kalkar” şeklinde hiçbir bilimsel desteği olmayan, slogan niteliğindeki inançlardan da sıyrılmak gerekir.







