İNOVASYON İÇİN ÇOK BASİT BİR ÖNERİ
Öte yandan, barometreden birkaç hafta önce, Cornell Üniversitesi, Avrupa İşletme Yönetimi Enstitüsü (INSEAD) ve Dünya Fikri Mülkiyet Örgütü (WIPO) tarafından hazırlanmış Küresel Yenilikçilik Endeksi 2014 (http://bit.ly/1onS5w5) raporuna göre, 16. büyük ekonomi olmakla övünen Türkiye 143 ülke içerisinde 54. sırada. Bizim hemen üstümüzde Güney Afrika, Panama ve Şeyseller, hemen altımızda ise Romanya, Moğolistan ve Kosta Rika var. Yani inovasyon konusunda çok gerilerde oldukça zayıf bir “mahalle”deyiz. (Ülkemizin durumun Edip Emil Öymen BThaber yazısında daha ayrıntılı açıklamış: http://bit.ly/1t64Efo).
İnovasyona iş dünyası bu kadar önem veriyor, hükümetin söyleminde ve politika belgelerinde sürekli yer alıyor, hala GSYH’nin %1’i bile olmasa da TÜBİTAK bütçesi ve Ar-Ge destekleri son on yılda katlanarak arttı. bunca Teknopark açılmasıyla övünüldü, çok sayıda önemli araştırma raporları yayımlandı, sürekli yurtdışından “guru”lar davet edilip konuşmalar yaptırılıyor, fakat sonuç ortada.
“İnovasyon tuzağı” denebilecek bir durum var ülkemizde. Bunun ayrıntılarına girmek yerine, şu kadarını söylemekle yetineyim: Bir mucize beklentisi ve sihirli değnek arayışıyla, çok basit ve küçük ama önemli bazı ilk adımlar atılmıyor.
Şimdi çok basit bir önerimi belirtmeden önce, “beşeri sermaye” ve “kutunun dışında, özgür ve yaratıcı düşünme” gibi kuramlara girmeden, bu öneriyi neye dayanarak yaptığımı açıklamalıyım. Birincisi, ODTÜ öğrenciliğim yıllarında 2 ay bir devlet kuruluşunda, 2 ay TÜSİAD üyesi bir büyük şirkette, 3 ay da İngiltere’de Mobil Oil firmasında staj yaparken edindiğim deneyimler. İkincisi, hem Türkiye’nin önde gelen bir üniversitesinde (ODTÜ) öğrencilik ve hocalık, hem de ABD’nin önde gelen üniversitesinde öğrencilik ve yıllarca hocalık yapmış, sanayi ile yoğun ilişkiler yaşamış olmaktan elde edilen deneyimler. İşte bunların ışığında, çok basit başlangıç önerim şudur: Şirketler ve kuruluşlar kendilerinde staj yapan (özellikle mühendislik bölümlerinden) öğrencilere hem değer vermeli hem de onlara değer katmaları talebiyle ve kaliteli iş beklentisi ile yüklenmelidir. İşte bu öneri yaygın olarak gerçekleştirilebilirse, o zaman klişe haline gelmiş olan “zihniyet değişmeli” ve “beşeri sermaye önemlidir” gibi laflar da anlam kazanacaktır. Ayrıca bunun iş dünyamıza maliyeti de, konuşma yapması için getirilen bir “guru”nun maliyetinden fazla olmaz.
BİREYSEL
FATİH PROJESİ (?!) SAYISAL UÇURUMU KAPATIR MI?
Yukarıdaki gelişmeden farklı alanda başlayan ama paralel bulgular içeren diğer bir araştırma dizisinin öncü makalesini, sosyolog Robert K. Merton 1968’de Science dergisinde “Bilimde Matthew Etkisi” (The Matthew Effect in Science) başlığıyla yayımladı. “Matthew Etkisi” İncil’in Matthew kısmında İsa’ya atfedilen ve zenginin daha zengin, fakirin daha fakir olmasının kaçınılmazlığı öngörüsüne gönderme yapmaktadır. Merton’un bu Matthew Etkisi kuramını sosyolog Daniel Rigby “Matthew Etkisi: Avantaj Nasıl Daha Fazla Avantaj Yaratır” (The Matthew Effect: How Advantage Begets Further Advantage) başlıklı kitabında inceler ve Matthew Etkisi’nin her koşulda geçerli olmasa da, bireyler arasındaki yarışta güçlü bir belirleyici olma potansiyeli olduğunu gösterir. Daha sonra, Toronto Üniversitesi, Bilişsel Bilimler Bölüm başkanı Keith Stanovich, Matthew Etkisi’nin eğitimde de geçerli olduğunu savunur. Spesifik olarak, bilgi teknolojilerinin okullarda kullanılmasını “Dizüstü ve Okur-Yazarlık” (Laptops and Literacy) başlıklı kitabında ele alan Daniel Rigney ve yine ayni başlıklı makalesinde ele alan Mark Warschauer (http://bit.ly/1yTGNDf) şu sonuca varır: “Dizüstü bilgisayar kullanımı ne sınav notlarını olumlu yönde etkiliyor ne de sosyo-ekonomik farkların etkilerini ortadan kaldırıyor.”
Bu yazıyı akademik bir makaleye çevirmeden, sonuca gelelim. OECD Eğitim Dairesi direktörü Andreas Schleicher (http://bit.ly/1wl15Ry) ve Dünya Bankası BİT ve Eğitim Uzmanı Michael Trucano (http://bit.ly/1pvMhM2 ve http://bit.ly/1ux6D91) da teknoloji dağıtmanın kendiliğinden sayısal uçurumu kapatmayacağına ikna olmuş görünüyor.
FATİH girişiminin pilot uygulama illerinden birisinde bizim yaptığımız bir araştırma da yukarıdaki iddiaları kısmen doğruluyor. Örneğin, yoksul ailelerden gelen öğrenciler “akıllı” denilen etkileşimli tahtalarla oynamaktan “bozarım” endişesiyle korkarken, varsıl ailelerden gelenlerin böyle bir özgüven sorunu olmuyor.
Bu bilgi birikiminden yoksun iddialarla başlayan FATİH girişimi maalesef bir proje olamamıştır ve bu gidişle büyük bir başarısızlık abidesi olabilir. Oysa, hala önemli ve iddialı bir proje olma potansiyeli var. Yeter ki, UDH Bakanı Lütfü Elvan ve Eğitim Bakanı Nabi Avcı bu önemli ve büyük girişimi daha fazla plansız, stratejisiz, pedagojik amaçtan yoksun ve yanlış yönde gitmeden duraklatıp ciddi ve şeffaf bir hazırlık çalışması başlatabilsinler.