Kurtuluş Savaşı Projeleri


Devrim Zımba
M.Ö. 5. yüzyılda yaşamış büyük savaşçı Sun Tzu der ki; “Düşmanınızı sıkıştırmayın ona mutlaka kaçabileceği bir şans verin ki yaşamak için tek çaresi savaşmak olmasın. Çünkü ölmemek için savaşan düşman askerinin sayısı az olsa bile sizi yenebilir”. Bu özellikle saldıran taraftaysanız çok önemli bir taktiktir ancak ya saldırılan taraftaysanız? Ya sıkıştıysanız yaşam ve ölüm arasına?
Hepimiz Kurtuluş Savaşı’nı biliriz. 22 – 30 Ağustos arasında sadece 8 günlük bir savaş değildir o. Çok uzun süre planlanmış, örgütlenmiş ve kararlı adımlar atılarak ilerlenmiş bir mücadeledir ve adı Kurtuluş Savaşı’dır. Bizim Kurtuluş Savaşımız, var olmakla yok olmak arasındaki ince çizgide verilmiş ve yokluklar içinde kazanılmış bir var olma savaşıdır.
Peki bir de günümüze gelelim Sun Tzu’nun bahsettiği saldırılan ve yaşamak ile ölmek arasında başka şansı olmayan taraf iş yaşamında aslında bir proje ekibi ise? Savaş dediğimiz de aslında proje ise? İşte ben bu tür projelere “Kurtuluş Savaşı Projeleri” diyorum.
Çoğumuz mutlaka bir “Kurtuluş Savaşı Projesi” içerisinde yer almışızdır. Bir şekilde bu projeler hayatımızda iz bırakır, bittiğinde bile yıllarca hatırlanır hatta bu projelerde kurulan arkadaşlıklar sağlam olur, ekip üyeleri birbirlerini yıllar sonra da görse projenin yapıldığı zamanları mutlulukla anarlar ve birbirlerine savaş yaralarını gösterir gibi eski anılarından bahsederler uzun uzun.
Anması ve anlatması güzel ama bu projeler nasıl oluşur? Ekibi nasıl etkiler? Engelleri ve mucizeleri nelerdir?
Hanımefendiler beyefendiler localarınızdaki yerlerinizi alınız şimdi adım adım bir savaşın tam orta yerine gireceğiz, köşeye sıkışacağız ve askerlere tek tek bakacağız, kimi zaman kurşun misali riskler vücudumuzu sıyıracak kimi zaman bir risk bizi başımızdan vuracak ancak son nefesimizi vermek üzereyken miğferimizin mucize eseri bizi koruduğuna şahit olacağız. Ya başaracağız ya başaramayacağız ya da başka bir deyişle “Ya istiklal ya ölüm” cümlesini iliklerimize kadar yaşayacağız.
İşte bir projenin tam orta yerindeyiz düşman çok ve her yerden saldırıyor. Düşmanlardan bir tanesi zaman, hiç acıması yok gece gündüz demeden makineli tüfek kullanıyor ve her saniye bir mermi atıyor üzerimize. Diğer düşman; rakipler onlar da durmuyor bizim olması gereken topraklara bizden önce sahip olabilirler. Aksi şeytan bizden önde gidiyorlar ve bu savaşı önce bitirip tüm ganimeti alma ihtimalleri de var. Bir başka düşman para ya da kaynaklar; komuta kademesi elinden geleni yapmış ama ne çare yetecek gibi değil meret. Yani öyle bir sıkışmışız ki köşeye kaçacak tek bir aralık yok mecburen savaşacağız.
Heyecana kapılıp bir noktayı atlamayalım bir şeyin savaş olabilmesi için önce düşman olması gerekir. Gözümüz aydın ki birçok düşmanla birlikte şu anda savaşı başlatmış durumdayız ve şartlara baktığımızda elimizde ya öleceğimiz ya da kurtulacağımız bir savaş var. Tam bu noktada akıllara şöyle bir soru gelebilir “yönetim ekibi bu şekilde kurgu bir savaş başlatarak bu savaşı avantaja çevirmek isteyebilir mi?” cevabı ise “elbette ki evet”. Hatta çok yakından bildiğimiz bazı patronların suni düşman yaratarak organizasyonda bir hareket başlattığı bilimsel incelemelere konu olmuştur (rahat olun bu patronlar Türkiye’den değil). Ancak bu yazının konusu bu olmadığı için biz savaşımıza dönelimJ
Savaş bu acıması yok tam da biz kafamızı başka yere çevirmişken kör bir kurşun gelmiş en iyi takım elemanlarından birisini vurmuş (öyle kanlı bir vurulmak değil hemen havaya girmeyelim) bir proje çalışanının evlilik tarihi gelmiş çatmış. Elinizden gelse balayına tüm ekiple birlikte gideceksiniz yani bu askere o kadar ihtiyacınız var. Hadi canım sende demeyin bir projemde başıma geldi bir yazılımcı arkadaşım projenin sonlarına doğru evlendi ve balayına gitti. Bitti mi hayırJ diğer yazılımcı arkadaşım da polis tarafından asker kaçağı olarak aranmaya başladıJ bunlar gerçekten oldu ve ekipte sadece 2 (yazıyla iki) yazılımcı vardı. Savaşı kaybetmemiz an meselesi. Zaman acımasızca saniyelerini üzerinize boşaltırken takımınız gittikçe kan kaybediyor ve ajanlarınız size bir haber getiriyor ve bakıyorsunuz ki rakibiniz lansman tarihini açıklamış ve o tarihe yetişmeniz imkansız. Arkadaşlar farkında mısınız kaybetmek üzereyiz şimdi ölmeyeceksek ne zaman öleceğiz?
Böyle durumlarda çok ilginç bir şekilde ama bilimsel olarak mümkün olan başka bir mucizeye tanıklık ediyoruz. Böyle bir kurtuluş savaşına karşı ekipte de başka bir tepki gelişiyor ve normal şartlar altında mesaiye kalmayı tercih etmeyen, tatillerini dinlenerek geçirme hakkına sahip olan ekip sözleşmiş gibi tüm kişisel zamanlarını bir anda projeye vermeye başlıyor. Bazen bu durum fazladan çalışmak istemeyen ekip üyelerinin toplum baskısı ile gelmesi şeklinde olurken çoğunlukla gönüllülük esasına dayandığına şahit oluyoruz. Yani “ya istiklal ya ölüm” cümlesi yavaş yavaş kendi kurallarını işletmeye başlıyor.
Ancak zaman ve düşman baskısı yetmezmiş gibi bir de elinizdeki tek test sistemi de az önce çöktü. Nasıl çöker? Yedeği yok mu? Hemen oraya taşınalım. Yedek test sistemi yok. Hayır konu para değil projenin en başında böyle bir şey düşünülmemiş. Mümkün değil bir şeyler yapmak lazım ama ne? Hemen savaşa 1 dakikalık bir ara verelim. Sinemada izlediğim ilk film Apollo 13’tü. O zamanlar çok param da yoktu ama bir şekilde harçlığımdan para artırıp o filme gitmiştim. İyi ki de gitmişim bir sahnesini hiç unutmam, “Houston we have a problem” mekiğin içerisinde bir filtre bozuldu ve yedek filtre de yok yeni bir filtre olmazsa astronotlar ölecek. Houston Houston olalı böyle eziyet görmedi ama yer ekibinin mekikte bulunabilecek nesnelerle bir filtre yaptığı ve astronotları ölümden kurtardığı sahne hala gözümün önündedir. Yaratıcılık havalı ismi ile inovasyon. Böyle durumlarda şahit olduğumda en heyecan duyduğum an bu inovasyon anlardır. Ekip ciddi bir sorun neticesinde başarısızlıkla yüzyüze gelir ve birdenbire bir şey olur, bir yol bulunur, bir mucize olur ama mutlaka olur. İnovasyon öyle rahat koltuklarda gelmez genelde batmak üzereyken gelir. Ya kolay bir yöntem bulunur ya ürünün bir özelliğinin sonra yapılmasında sorun olmadığı görülür ya da proje planında bir kaç işin paralel yapılabileceği keşfedilir ama ekip mutlaka bir mucize yaratır.
Hay aksi tam bir mucize olmuştu ki çok gereksiz bir başka şey oldu proje takımından bir arkadaş ağır yaralandı. Nasıl ağır yaralanır? Yaralandı işte müdürü başka konuda bir toplantıda elemanı çok ağır azarladı. Baya oluk oluk kan akıyor ve takım acilen toplanıyor kimisi sıhhiyeye haber veriyor kimisi elini tutuyor kimisi yarasına temiz bir havlu bulmuş bastırıyor. Tam bu noktada bir başka mucize daha gerçekleşiyor ve bir takım ruhu oluşuyor. Üzerine deneyler yapılan, kitaplar yazılan çoğu zaman başarılamayan takım ruhu bir anda kendiliğinden filizleniveriyor. Tüm zamanlarını birlikte geçiren ekip artık tek vücut hareket eden birbirini koruyan bireysel değil toplu hareket eden tek bir takım oluyor. Artık ortak savaş ve ortak düşman ortaya bir ekip çıkarmıştır ve ekip üyelerinin bireysel güçlerinin toplamından daha fazla güçlü tek bir takım artık nefes almaktadır.
Şu ana kadar elimizde neler var? Bir savaş, zor şartlar ve buna karşın iddialı, yaratıcı, güçlü ve tek bir takım. Şartlar ne kadar zor olursa olsun ve savaş ne kadar çetin olursa olsun gücünü, yaratıcılığını, hevesini, aklını ve birlikteliğini ortaya koyan bir avuç asker bu savaşı kazanır mı? Kazanır ve kahraman olur.
Peki kahramanlara ne olur? Savaşı kazanan kahramanlar aslında ne kaybeder? Bazen feda ederler özel zamanlarını, bazen sevdikleri ile birlikte geçirecekleri o güzel anları, feda ederler enerjilerini.
Bu noktada en önemli konu komuta kademesidir. Komuta kademesi böyle bir ölüm kalım savaşının hemen ardından kahramanlarını kutlamalı, madalya takmalı ve her bir askeri mutlaka onore etmelidir. Çok bilinmez ama kahramanlar da yorulur. Komuta kademesinin kahramanları dinlendirmeleri, sürekli olarak benzer savaşlar içerisinde tutmamaları da ayrıca çok önemli bir konudur.
Yazı üstünde savaş kurmak ve bu savaşı kazanmak kolay ama belki sizler bu yazıyı okurken böyle bir savaş içinde çarpıştıysanız gözünüzde kahramanlıklarınız canlandı, belki yaralarınız sızladı ya da belki takımdan bir arkadaşınız aklınıza geldi. Her şeye rağmen ne de güzel günlerdi. Hangi savaştı bilmem ama sevgili kahraman iyi ki o savaşta yer aldınız. Kimse sizi onurlandırmadıysa (sağlık olsun art niyetten değil atlanmıştır) bu yazı sizin madalyanız olsun lütfen en kıymetli yerde saklayınız.
Bu yazıyı okuyup böyle bir savaşta bulunmadım diyorsanız sizlere de tavsiyem böyle bir savaşta yer alma şansını kaçırmayınız. Emin olun kazanacaksınız ve ileride sizden sonra gelenlere gururla yaralarınızı gösterip o günleri gülümseyerek anacaksınız.
devrimzimba@yahoo.com